Merhaba Arkadaşlar,
Baştan uyarayım, biraz uzun bir post olacak 🙂 İş gereği eşimle 8 aylığına Amerika’da yaşama şansını yakaladık. Çağdaş Özkan ve Iren Berk Özalp’in yazılarından gaza gelip ben de hem burada board game ortamındaki deneyimlerimizi, hem de deneme fırsatı bulduğum oyunlarla ilgili düşüncelerimi aylık yazılarla paylaşmak istedim. Burada 3 ayı doldurmak üzere olduğumuz için ilk iki yazı retrospektif olacak, daha sonra düzenli hale gelecek. Umarım ilginizi çeker/beğenirsiniz.
Mart Ayı Deneyimim:
Amerika’ya geldiğinizde yeni bir şehirde yaşamanın beraberinde getirdiği zorlukların yanı sıra, kültür şokuyla da karşı karşıya geliyorsunuz. Şoku atlatmanın en kolay yolunun alışkanlıklarımızı bir şekilde devam ettirmek olduğunu düşünüyordum. O yüzden ilk 2-3 haftasonumuzda şehirdeki board game kafeye uğradık. Kafe oldukça büyük, oyun kütüphanesi de çok geniş. Basit ve güzel bir mantıkla işliyor: kişi başı 5 dolar ödeyip gün boyunca istediğiniz oyunu oynayabiliyorsunuz. Eksileri de var tabii ki, mekanda aynı anda 5-6 tane oyun anlatıcısı bulunsa da medium/heavy oyunları bilen kimse olmayabiliyor. Bir de kafeye gelen insanlar varolan oyun grupları ile geliyor, o nedenle yeni insanlarla tanışıp oyunlarına dahil olmak çok mümkün olmuyor. Bu yüzden ay sonunda her hafta Çarşamba akşamları bir mekanın üst katını kapatıp toplanan bir board game meetup grubunun buluşmasına katıldık. Fazla kişinin olacağını düşünmüyordum, çok yanılmışım. Yaklaşık 30-40 kişi mekanı doldurdu. Başta katılabileceğimiz oyun bulup bulamayacağımız konusunda çekincelerimiz vardı, o da insanların sıcakkanlılığıyla kayboldu. Çoğu kişi evindeki oyunlardan 1-2 tanesini getiriyor, ortak bir masada yığın oluşturuyorlar. Buluşma esnasında sizi masaların etrafında dolaşıp oyunlara bakarken gördükleri anda oyuna henüz başlanmamışsa davet ediyorlar, oyun devam ediyorsa da oynayanlardan en az biri oyunu size açıklayıp oyun bittiğinde kendileriyle başka bir oyuna çağırıyor. Saat geç olmuşsa da sonraki hafta birlikte oynamak için sözleşiyorsunuz. Hal böyle olunca ay sonunda board game kafeye gitmekten vazgeçip, bu buluşmaya katılmaya başladık.
İlk Kez Denediğim Oyunlar: Bu ay fazla sayıda, ama basit oyunlar oynamışım. Sonraki ayda daha dengeli olacağını umuyorum.
Keyforge: Call of the Archons: İki kişilik, tempolu kart oyunu. Burada oldukça popüler, gittiğimiz her mekanda oyunu oynayan insanlar görüyorum. Haftalık turnuvalar vs. düzenleniyor. Oyunun arkasındaki fikir ilginç, her deste birbirinden farklı, o yüzden her farklı desteyle oynadığınızda yeni şeyler görüp elinizdekinin maksimumunu çıkarmaya çalışıyorsunuz.
The Fox in the Forest: İki kişilik batak. Başka yorumum yok.
Flamme Rouge: Bisiklet sporunu enfes bir şekilde yansıtan bir oyun. Oyun oldukça tematik, bisiklette olduğu gibi iyi pozisyon almak, atak yapmak için doğru zamanı beklemek çok önemli. Bisiklet seven ekibiniz varsa kaçırmayın derim.
Onitama: İki kişilik nefis abstract oyun. Mini satranç varyantı diyebiliriz. 5’e 5’lik tahtada kendi master’ınızı korurken rakibinkine saldırıyorsunuz. Üstüste 3-4 kez oynadık.
Reef: Azul – Century kırması bir oyun. “Eh işte” seviyesinde.
Century: Eastern Wonders: Bu oyuna ısınamadım. Aksiyonlar kart kullanılarak değil harita üzerinde gezilerek yapılıyor, bu da oyunun dinamizmini kaybetmesine sebep olmuş bence. Bir kez de oyunu Spice Road ile harmanlayıp denemek istiyorum.
Flash Point: Fire Rescue: Giriş seviyesinde bir co-op. Oyunda itfaiyecileri yönetip binadaki yangını kontrol altına almaya, mahsur kalanları kurtarmaya çalışıyorsunuz. Pandemic alternatifi olarak düşünülebilir ama ötesi de yok oyunda. Oyundan daha çok oyun anlatıcımızın babasının itfaiyeci olması ve gerçek bir yangında neler yapıldığı hakkında bilgi vermesi aklımızda kaldı.
Azul: Stained Glass of Sintra: Azul’a hoş bir yenilik gibi olmuş. Bunda stratejik derinlik bir tık daha fazla, ama iki oyun arasında kalite açısından çok fark yok. Azul’u çok oynadığım ve artık sıkıldığım için güzel alternatif oldu.
Arkham Horror: The Card Game – The Dunwich Legacy Expansion: Eşimle bir yandan evde de bir campaign’e başlayalım, boş zamanlarda oynarız diye düşünüyorduk. Baz oyunu Iren Berk Özalp sağ olsun denemiştik, ama beklediğimizi bulamamıştık. Hikaye ve mekanikler daha güzel olabilecekken çok yavan gelmişti. Ek paketlerin daha iyi olduğunu duyunca oyuna bir şans daha verdik. Sonuç: Harika. Daha başarılı hikaye anlatımı ve potansiyelin hakkını veren mekanikler. Tüm cycle’ı (Ek paket ve mythos paketleri) iki günde bir oynayarak tamamladık.
T.I.M.E Stories: Estrella Drive: Kötü mekanikleri düzeltmek/geliştirmek yerine iyiden iyiye arka plana atıp, gerçek olaylardan aldıkları hikayeyi (Charles Manson – Sharon Tate katliamı) ön plana çıkarmak istemişler. Rahatsız edici olmuş biraz. Seri de eldeki dev potansiyeli çarçur etmeye devam etmiş. Buraya kadar katlandık, son iki ek paketi de oynayıp oyunu uğurlamak istiyoruz.
Set: Çarşamba buluşmalarında oynadığımız ilk oyun(umsu). Masaya farklı şekillere ve renklere sahip 12 kart açılıyor, oyunculardan biri ortak özelliğe sahip 3 kart ya da birbirinden tamamen farklı sayıya, renge, şekle sahip 3 kart tespit ettiğinde oluşan seti gösteriyor, doğruysa kartları alıyor, yoksa başka bir oyuncu üçlü set yakalayana kadar set alamıyor şeklinde ilerliyor oyun. Özellikle küçük yaştaki çocuklarda görsel beceri geliştirmek için kullanılabilecek bir oyun, ama yetişkinlere çok hitap ettiği söylenemez.
Wingspan: Oluşturduğu hype sebebiyle çok merak ediyordum Wingspan’i. Oyun buluşmalarındaki herkes oyunu hiçbir yerde bulamadıklarından, ilk fırsatta alacaklarından bahsediyor. Board game mağazaları da 40-50 kopyalık siparişler geçiyorlar, o nedenle internetten uygun fiyata almak da çok zor hale geliyor. Buluşmadaki birinde görünce oynamak için hemen atladım tabii 🙂 Oyun çok “güzel” bir oyun. Masada şahane görünüyor, çok basit ve zarif de bir tasarımı var. Teması muhteşem, oyunu oynarken kuşlarla ilgili bir sürü bilgi de edinebiliyorsunuz. Bütün bunlar oyunu çok çok iyi bir oyun yapmaya yeterli sebepler. Ama kendinizi bir adım geriye çekip hypetan kurtarırsanız oyundaki eksileri de görmeye başlıyorsunuz. Oyunun başında iyi bir-iki kombo denk getiren oyuncu genelde öne fırlıyor, yakalamak da zor oluyor sonlara doğru. Son turda genelde tüm oyuncular benzer aksiyonları yapıyor daha fazla puan verdiği için. Neredeyse multiplayer solitaire olduğu için de oyunlarda etkileşim arayan oyuncular oyunu çok sevmeyebilir. Bunları da göz önünde bulundurunca 8/10’luk bir oyun oldu benim için.
Raptor: İki kişilik asimetrik kart temelli oyun. Bir taraf bebek dinazorlarını ormandan kaçırmaya çalışan anne raptoru oynarken, öteki taraf onları yakalamaya çalışan avcıları oynuyor. Oyun boyunca karşı tarafın hangi aksiyonu oynayacağını tahmin edip üstünlük sağlamaya çalışıyorsunuz. Oynarken eğlendik, iki taraf da aksiyon kartlarını iyice öğrenince daha da zevkli olacağını tahmin ediyorum.
Pandemic: The Cure: Pandemic’in zarlısı. Zarlar oyuna biraz daha şans elementini sokmuş ve push your luck mekaniğini eklemiş. Hoşuma gitti şahsen, çok daha seri bir oynanışa sahip olması da ekstra.
A Feast for Odin: İlginç şekilde ay boyunca oynadığım tek “büyük” oyun. Uwe Rosenberg oyunlarını zaten seviyorum, bunda da beklediğimi buldum. Tek kelimeyle şahane.
Queendomino: Ya bu Kingdomino çok düz oldu, oyuna bir şeyler daha ekleyelim, anlamlı seçenek sunalım demişler ama olmamış maalesef.
Ayın Top 3’ü: 1- A Feast for Odin 2- Arkham Horror: Card Game: The Dunwich Legacy Cycle 3- Wingspan
Bülent Aykutoğlu